17 Eylül 2008 Çarşamba

Düğüm...

İçimde kocaman bir düğüm. Nereye gitsem benimle gelen. Beynimi, kalbimi, midemi zapt etmiş. O kadar sağlam ki gerilmiş ipi koparmıyor bir türlü. Hangi ucundan çekersem çekeyim tam ortasındayım aslında ipin. Düğümün en kör noktasında.
Yoruluyorum. Ve her yorulduğumda yokluğunun gölgesine bağdaş kuruyorum. O kadar soğuk ki. Üşüyorum hiç geçmeyecek bir soğukta. Ellerinle yeniden sarıp ellerimi, kolunu dolayıp boynuma, ısıtman için yorgunluğumu geçirmiyorum. Gölgen seni bana getirir diye, dizlerimi dayayıp gönlünün yerine, sadece bekliyorum.
Bir kedi gibi yüreğindeki en kuytu yerlere sokulduğum günler geliyor aklıma. İçimi ısıtan bir kaç cümlen. Bana bakarken gülümsemen. Geceyi aydınlatan gülüşün geliyor aklıma. Bir ilmek arasına sıkışmış nefes alamazken, son nefesimmiş gibi ölümümü yavaşlatmaya çalışırken, gözlerin geliyor aklıma.
Artık daha çok susuyorum konuşurken. Ağzımı her açtığımda kelimelerin geliyor aklıma. İçimde bir düğüm. Yavaş yavaş çözüşünü düşünüyorum. Nefes alırken içime doluşunu. Hayata dönerken yanımda oluşunu. Kalp atşımı duyuşunu. Ve dinlemeni...
Hiç susmadan konuşmalarımı, saçma sapan esprilerimi, göşyaşlarımı, ruhumu dinlemeni düşünüyorum. Benimle birlikte atmanı sonra. Coşmanı, koşmanı...
Yine bir düğüm oluşuyor içimde. Ve ben yokluğunun gölgesinde üşüyorum...

0 yorum: