24 Ocak 2011 Pazartesi

Unutma!!!

Bir sabah uyandığımda korkunç bir haber vardı televizyonda. Ben daha çocuktum o zaman. Ne olduğunu, neden olduğunu soramadım. Ama biliyordum bu çok korkunçtu. Bir adam evinin önünde, her gün bindiği arabasının yanında ölmüştü. Görüntüleri gösterilmeyecek kadar korkunçtu. Parçaları sokağa dağılmıştı. Sadece arabasının halini görüyorduk biz. Bu adam neden öldürüldü diye soramıyordum. Daha çocuktum, ama biliyorum bu olay çok korkunçtu.

Bir adam sözleri, yazdıkları, bildikleri için öldürülmüştü. Oysa o adam gazeteciydi. Söylemek, yazmak, bilmek onun işiydi. Bir adam işini iyi yapıyor diye öldürülür müydü? Daha önce de olmuştu, yine oldu ve gelecekte de olacaktı. Yalnızca bunları bilecek yaşta değildim ben.

Şimdi ise kabul edemiyorum olanları. Yaptıklarını bildiğim bir adamın evinin önünde öldürülmesini, vücudunun parçalarının sokaktan kanıtlarla birlikte süpürülmesini ve 18 yıldır rafa kaldırılmış bir dosyada faili meçhul olarak kalmasını kabul edemiyorum.

Biliyor musun Uğur, senden sonra kimse özgürce istediklerini söyleyemedi. Uğruna hayatını verdiğin yolda, aşık olduğun meslekte, birkaç kişi dışında artık onurlu kimse kalmadı. Senden sonra sattılar kalemlerini Uğur. Kimi paraya, kimi çıkarlarına, kimi de hayatları için sattılar. Sen bir gün öldürüleceğini bile bile, inandığın şeyler uğruna mücadele ederken ve bunun doğru olduğuna inanırken, ardında kalanların senin yolunda yürüyeceğini düşünürken onlar seni hayal kırıklığına uğrattı.

Ve biliyor musun Uğur, insanlar artık konuşmuyorlar bile. Bilmiyorlar, görmüyorlar, konuşmuyorlar.. Hatta hatırlamıyorlar bile Uğur. Ben her sene içim yanarak seni anarken, yanımda bir avuç insandan başkasını görmüyorum. Dosyan hala rafında, tozlar arasında duruyor. Kimse onu indirmeye yeltenmiyor. Kimse hesap sormuyor, kimse sorgulamıyor, kimse umursamıyor Uğur.

Biliyor musun uğruna savaştığın her şey yok oluyor. Ama yine de umut var. Bir avuç kalsak da umut var. Sen rahat uyu Uğur….

17 Ekim 2010 Pazar

AÇEV'den OKUL ÖNCESİ EĞİTİMCİLERİNE DESTEK: ACEVOKULONCESI.ORG

Fortis Bank Türkiye ve Anne Çocuk Eğitim Vakfı işbirliği ile gerçekleşen “Ben de ben de” projesinin son bileşeni, “AÇEV Okul Öncesi” web sitesi yayında. Okul öncesi öğretmenleri ve öğretmen adaylarını hedef alan web sitesi, sunduğu zengin ve bilimsel içerikle Türkiye'de bir “ilk”i gerçekleştiriyor!

Ana sınıfı öğretmenlerinin bilgi kaynaklarını artırmak, bilimsel, doğru ve kaliteli içerik sunmak adına hizmete giren www.acevokuloncesi.org web sitesi, Programlar, Etkinlikler, Öğrenme Ortamı, Size Özel Kaynaklar gibi bölümleriyle yayında!


Çocukların beceri ve çabalarına değer verilmesi, gelişimlerinin desteklenmesinde önemli rol oynayan okul öncesi öğretmenleri ve öğretmen adayları için hazırlanan www.acevokuloncesi.org sitesi, okul öncesi eğitimi farklı boyutları ile ele alıyor ve çeşitli eğitim araçlarından örnekler içeriyor. Web sitesi, görsel öğeler ve videolar ile zenginleştirilmiş başlıklar, öğretmenlerin kendi deneyimlerini paylaştıkları kişiselleştirilmiş alanlar, öğrenme ortamının fiziksel yapısı ve düzenine yönelik interaktif bölümlerle kullanıcılarına çok çeşitli seçenekler sunuyor. Dünyada benimsenmiş eğitim yaklaşımları, etkinlikler, kaynak kitap ve site önerileri ve daha fazlasına kolaylıkla erişiliyor.
Hem içeriği hem de içeriğinde yer alan görsel malzemeler ve uygulamalarla bir "ilk"i gerçekleştiren www.acevokuloncesi.org sürekli geliştirilip zenginleştirilecek içeriği ile kaynak bir adres olmak için öğretmenlerini bekliyor.

Facebook adresi : http://www.facebook.com/acevokuloncesi
Twitter : http://www.twitter.com/acevokuloncesi

27 Eylül 2010 Pazartesi

Efsane Buzbağ’dan Efsane Bir Bağbozumu!



Bu toprakların efsane şarabı Buzbağ, Öküzgözü ve Boğazkere üzümlerinin üretildiği topraklara yapılacak büyülü yolculuğa sizleri de davet ediyor. 2-3 Ekim tarihlerinde Elazığ’a yapılacak bağbozumu gezisine katılarak Öküzgözü ve Boğazkere üzümlerinin şaraba dönüşmesine tanıklık etmek isteyenler 13 -26 Eylül 2010 tarihleri arasında http://www.efsanebuzbag.com/ ve www.facebook.com/buzbagsarap adresleri üzerinden düzenlenecek yarışmaya katılabilecekler. Rüya gibi bir bağbozumuna katılma hakkı kazananlar, Türkiye’nin en özel bağlarından biri olan Şükrü Baran’ın Öküzgözü ve Boğazkere üzümlerinin üretildiği bağını ziyaret edecek, efsane şarap Buzbağ’ın adını aldığı Buzluk mağaraları ile ünlü antik şehir Harput’a yapılacak olan özel bir gezinin ardından yöresel yemekleri ve Buzbağ şaraplarını uzmanlarla şarap sohbetleri eşliğinde tadabilecekler.


Anadolu’nun efsane şarabı Buzbağ, www.efsanebuzbag.com/ adresi ve www.facebook.com/buzbagsarap sosyal paylaşım sitesi üzerinden düzenlediği yarışma ile 3 çifte Elazığ bağbozumu gezisinde, Türkiye’nin değerli Öküzgözü ve Boğazkere üzümlerinin şaraba dönüşmek için yaptığı yolculuğa, şarap mahzenleri ziyaret etmeye, üzümlerinin bağlardan toplanmasına kadar pek çok serüvene tanıklık etme fırsatı sunuyor. Büyülü bir atmosferde benzersiz bir deneyim sunan bağbozumu gezisine katılmanın koşulu ise “Bağbozumu senin için ne ifade ediyor?” sorusuna en yaratıcı ve ilgi çekici yanıtı vermek. Yarışmacılar dilerse birden fazla çarpıcı cümleyle de yarışmaya katılabiliyorlar. Oluşturulan jürinin seçeceği bu gizemli serüvenin tanımını en iyi yapan 3 çift 2-3 Ekim tarihlerinde efsane şarap Buzbağ’ın doğduğu toprakları ziyaret etme fırsatı yakalayacak. 13 Eylül 2010 tarihinde başvuruların başladığı yarışmaya katılmak için son tarih 26 Eylül 2010.


Buzbağ ile Elazığ bağbozumu serüvenine katılacak olan şanslı çiftler, şarabın doğduğu toprakların yamacında Türkiye’nin en özel bağlarından biri olan Şükrü Baran’ın bağında muhteşem bir kahvaltı edecekler. Ardından Türkiye’nin değerli üzümlerinin şaraba dönüşmek üzere yaptıkları yolculuğa tanıklık etmek için Buzbağ’ın da üretildiği Kayra’nın üretim tesisini uzmanlar eşliğinde gezecek, fıçılardan şarap tadımı yapabilecekler. Bu eşsiz deneyime, Türkiye’nin efsane şarabı Buzbağ’ın adını aldığı Buzluk Mağaraları ile ünlü antik şehir Harput ve Elazığ şehir turlarının ardından öğle ve akşam yemeklerinde yöresel yemeklerle Buzbağ şaraplarının uyumunu keşfederek devam edecekler.

Seçilecek 3 çifte eşsiz bir deneyim sunan Buzbağ, http://www.efsanebuzbag.com/ ve www.facebook.com/buzbagsarap adresleri üzerinden başvurularınızı bekliyor.



Program:
2 Ekim 2010, Cumartesi
1.GÜN
06:00 Atatürk Havalimanı buluşma
07:10 İstanbul-Elazığ uçuşu
09:00 Elazığ’ varış ve Şükrü Baran bağına hareket
10:00 Şükrü Baran bağında kahvaltı
12:00 Şükrü Baran bağından hareket
12:45 Kayra Şarap Üretim Tesisi gezisi
14:00 Şarap Tadımı
14:30 Öğle Yemeği
15:45 Harput ve Elazığ Şehir turu için hareket
19:00 Otele Varış ve dinlenme
20:30 Akşam Yemeği

3 Ekim 2010, Pazar
2. GÜN
08:20 Check Out ve otelden ayrılış
09:00 Havaalanına varış ve check-in işlemleri
09:40 Elazığ-İstanbul uçuşu
11:30 İstanbul’a varış

Bilgi için:
www.efsanebuzbag.com

29 Haziran 2010 Salı

Masallar Nerde Kaldı

Çocukluk anılarımızı, hayallerimizi kendi ellerimizle kirletiyoruz.

Masallardan başlıyoruz bunu yaparken. Her gece dinlemekten bıkmadığımız masalları değiştiriyor, karakterleri bir bir öldürüyoruz.

Sevimli kırmızı başlıklı kız, uyuşturucu bağımlısı babaannesine ot taşıyor oluyor mesela. Karşısına çıkan kurt da kötü değil. Birlikte ot sarıp takılıyorlar sadece.

Pamuk prenses zaten yoldan çıkmış. 7 tane adamla aynı evde yaşayıp her gün birinin koynuna giriyor. Çocukken aynanın dünyanın en güzeli dediği saf kadın, eşi benzeri bulunmaz bir orospu olup çıkıveriyor karşımıza.

Pollyanna zaten yalancının, iki yüzlünün teki. Herkes beni sevsin insanı. O yüzden herşey yolundaymış gibi yapıyor. Sakat kalmış adama bir de utanmadan gülerek, "olsun ölmedin ya, bak yaşıyorsun" diyor. Senin tuzun kuru tabi.

Yaşlandıkça çocukça masallarımızı alt üst ediyoruz. Hepsini tersine çevirip, olabildiğine kötü yorumluyoruz. İçimizdeki çocuk öleli çok oldu çünkü. Acaba bu kötü hayata adapte mi oluyoruz, yoksa hayatı biz mi daha kötüleştiriyoruz.

29 Nisan 2010 Perşembe

?

nerdeydin, dedi kadın. o güne kadar sorulmuş en anlamlı soruydu belki de bu.
saatlerce seni bekledim. en olmazını düşündüm hep olacakların ve yüzünü düşünüp olmazları olur ettim. ömrüm geçti saatlerin tiktaklarında. bir ömür bekledim seni, nerdeydin?

en son bana ne söylemiştin? ilk sözlerin hala çınlıyor kulağımda ama son duydukların sessizlikler içinde kaybolmuş kelimeler sadece. nerede bıraktın beni? kendimi bulduğum bu yerde yitirilmiş zamanlar arasında kayboldum ben. sen hangi zamandayken bulmuştun beni ve nereye getirdin. bu sokağı daha önce hiç görmedim. bu insanlar o kadar yabancı ki. sadece kendimi biliyormuşum gibi. sadece seni tanıyormuşum gibi. sadece annesinin elinden tutup nereye gittiğini umursamadan yürüyen bir çocuk gibi. nereye getirdin beni?

nasıl baktın yüzüme o gecenin simsiyah örtüsü serilmeden önce gözlerimin önüne? nasıl bir bakıştı ki o ben bütün tanıdığım yerleri, bildiğim, gördüğüm, duyduğum şeyleri unuttum bir anda. bacaklarım bir kötürüm gibi tutmaz oldu, nefesim bir ölü gibi kesildi, ben daha hiç doğmamış gibi, hiç birşey bilmiyormuş gibi, senden başkasını tanımıyormuş gibi seninle doldum. nasıl bir gülüştü ki o tüm örtüleri kaldırıp bir ışık doğdurdu içime.

nereye gittin söylesene? nasıl kayboldun birden? saatlerimiz birbirine vururken neden bu kadar geç kaldın?

o kadar yumuşak kırdın ki beni, hiç ses çıkmadı.
çatlaklar oluşurken hissetmedim. parçalarım etrafa dağılırken hiç kimse görmedi.
o kadar yumuşak kırdın ki beni kesilen yerlerim kanarken hiç acımadı.

nereye gitmiştin? bir ömür bekledim seni. saatler geçti diye avuttum kendimi.
nerdeydin, dedi kadın son nefesinde. bir ömür bekledim seni...

14 Şubat 2010 Pazar

İlk Sınav

Osmanbey'den Mecidiyeköy'e yürüyorum. Bu yolu yürümeyi hep çok sevmişimdir. Çantam ağır ama aldırmıyorum. Yağmur da başladı. Çantamdan şemsiyeyi çıkarmıyorum ama. Sigarayı bırakalı bir hafta olmuş. Hatta 3 saat var tam zamanın dolmasına. Alkol aldığım bir gece geçirmişim. Yine de yaklamamışım sigara. Ama o yolda yürürken o kadar çok canım istiyor ki...

Koca bir hafta geçirdim. Kendime bile tahammül edemediğim zamanlar oldu. Marketin kapısından döndüm sigara almamak için. Bıraktığımı bilmeyen insanlar sigara uzattılar bana. Ama birini öperken veya konuşurken sigara kokmadığını bilmek güzeldi. Sabahları uyandığında ağzında acı bir tat hissetmemek. En önemlisi verdiğim kararın arkasında duymak.

Şimdi bu kalabalık ve hiçbir şey olmayan ama sevdiğim caddede yürürken gözlerim bir market arıyor. Kapısından döner miyim bilmiyorum bu sefer. Sanki hepsi sözleşmiş gibi kapalı ama bu akşam. Bu arada aklımdan bir dolu düşünce geçiyor. Eve gidip duş almam ve dinlenmem lazım. Ama boşver, dön geri diyor içimden bir ses. Bu gece de gitme eve ne olacak ki. Zaten çantan da ağır. Ah bir sigara olsa ne güzel olurdu. Ama içmemelisin söz verdin bir kere. Bu çalan şarkı da ne güzel. Hatta sabah söyleyerek uyandığın şarkıyı mı dinlesen acaba? Amiee Mann - Save Me

Tam o sırada bir market bulup içeri gidiyorum. Bir paket sigara alıp dışarı çıkıyorum. Bu sefer dönmedim geri. Aldım sigarayı. Elimde tutup yürümeye devam ediyorum. Jelatini ağır hareketlerle açıyorum sonra. İçme diyor içimden bir ses. Geri dön diyor diğeri. Bir sigaradan bir şey olmaz diyor öbürü. Paketi açıp bakıyorum. Yağmur yağıyor hala. Aklımdaki düşüncelere dalmışken elimde buluyorum sigarayı. Cebimden çakmak çıkıyor sonra. Yakmama o kadar az kalmış ki. Vazgeçiyorum ama cebimde dolu bir paket var artık.

Otobüse adımımı atar atmaz son günlerde dinlemekten en çok zevk aldığım şarkı başlıyor; The Devlins - Waiting. Waiting at the station...

Her zaman oturduğum koltuğa oturup, başımı cama yaslayıp şarkıyı dinliyorum. Elimde oynadığım sigara paketi. Anadolu yakasına geçtiğimde aktarma yapacağım bir durak daha var diye düşünüyorum. Alışık olduğum üzere otobüs hemen kalkıyor. Hayatım boyunca zamanında yetiştiğim tek şeyin otobüsler olduğunu düşünüyorum. Ne tuhaf. Geç kalışlarım geliyor aklıma, gülüyorum. Köprü tıkalı, ben ıslanmışım, dışarısı camın buğusundan görünmüyor. O buğuya birşeyler çizmeyeli ne çok olmuş. Ama bu sefer de es geçiyorum bunu.

Otobüsten indiğimde diğeri hemen geliyor. Yine tam zamanında vardım otobüse...

Evimden 2 durak önce iniyorum. Çantam daha da ağır geliyor bana. Yağmur sanki hızlanmış. Şemsiyem hala çantamda. Bir elim cebimde, sigara paketine dokunuyor. Git gide yaklaşıyorum eve. Aklımdaki bir çok düşünce için artık çok geç. Her zamanki köşeden dönmeyip farklı bir rota çiziyorum kendime. Nereye gittiğimi bilerek ilerlemenin huzuru var içimde.

Hep aynı yerde olan, duran evsiz adama yaklaşıp aldığım paketi veriyorum. Böylece 5,5 tl verip ilk sınavımı geçiyorum...

23 Kasım 2009 Pazartesi

Arada Kaldık


Arada kalmış bir nesiliz biz. Ne eskilerin eskisinde kalıp değerlenebildik, ne yeniye ayak uydurabildik. Bir darbenin acısını yaşamadık belki. Ne evlerimiz basıldı, ne arkadaşlarımız öldürüldü. Omuz omuza yürümedik sokaklarda kimseyle. Ya da korkuyla girmedik evlerimize.

Biz arada kaldık. Sokaklarda oynadık belki üstümüz başımız çamur, ama oyun konsollarına çok alıştık. Siyah beyaz televizyonu gördük belki, ama renklerini çok sevdik. Uzaktan kumanda ne bilmezken, şimdi o olmadan kanal değiştiremez olduk. Ve kumanda kimdeyse hakimiyet onda artık evlerde.

Radyo tiyatrosu dinledik evlerimizde, elektriğin olmadığı uzun gecelerde. Mum ışında oyunlar ürettik kendimize. Ama bilgisayarı çok sevdik. İnternetsiz kaldığımızda elimiz kolumuz bağlanıyor artık. Anlık iletilerle yaşıyoruz hayatı, uzun sohbetler çocukluktaydı.

Biz arada kalmış bir nesiliz. O yüzden ne gidebiliyoruz, ne kalabiliyoruz bir yerde. Zaman oldu en büyük düşmanımız. Ne beklemeyi bilebildik, ne bekle demeyi. Git demek kadar kolay olmadı "kal"lar. Hep bir yetişme telaşı. O yüzden ne düşürdüklerimize bakıyoruz, ne arkamızda kalanlara. Bir sonrakini merak ediyoruz hep. Ne şeytana uyuyoruz, ne meleği duyuyoruz.

Biz dönüşüme yenilmiş bireyleriz. O yüzden kendimizle savaşımızı hiç bitiremiyoruz. Hep bir değişim peşinde kendimizi kaybediyoruz. Aynaya baktığımız her gün farklı biri karşılıyor bizi. Biz yitik bir nesiliz, o yüzden dolu gibi görünse de bitik hayatımız.

29 Ekim 2009 Perşembe

Hoşgeldin Bebeğim...


Merhaba bebeğim,

Biliyor musun adın senden çok önce kondu. Bahtın güzel olsun diye özenle seçtik onu. Dünyamızdaki en güzel şey olman için bekledik seni. Çok bekledik hatta. Hoşgeldin.

Sana hoşgeldin diyeceğimiz anı hayal ettik hep. Ne kadar iyi birer anne baba olacağımızı konuştuk. ilk adımlarını, ilk gülüşünü hayal ettik. Burası acımasız bir dünya bebeğim. canın çok acıyacak. Çok kıracaklar seni. Hem de hiç aldırmadan. Çok defa düşeceksin yürüdüğün yollarda. Elinden tutup kimse kaldırmayacak. Ama biz hep yanında olacağız. Mükemmel insanlar değiliz ama mükemmel birer anne baba olmak için çabalayacağız.

İnsanlar zalim bebeğim. Bunu sakın unutma. kimsenin günleri harika geçmedi bu dünyada. senin de geçmeyecek. Ulaşamadığın hayallerin olacak. Kırık hayaller. Onların acısını yüreğinde hissedeceksin. Ama biliyor musun, senin her yüzün düştüğünde bizim canımız daha çok acıyacak. Elimizden birşey gelmediğini bileceğiz. Hatta bunun için isyan edeceğiz dünyaya. Senin mutsuzluklarını engelleyemediğimiz için kızacağız kendimize. Ama kimse kimseyi koruyamıyor hayatta.

Sen acılarınla kavrulup çok güçlü bir insan olacaksın. Seninle her zaman gurur duyacağız. Çok istemesek bile kararlarına saygıyla karşılık vereceğiz. Çünkü sen bizim hayattaki en büyük başarımız olacaksın. Çünkü her zaman hatalarının arkasında durup, onlardan dönmeyi bileceksin. Sana öğreteceğimiz yegane şey bu olacak. Ve bize dönüp her baktığında sana aynı sevgi dolu gözlerle baktığımızı göreceksin. Seni her geçen gün daha çok sevdiğimiz için gurur duyacağız kendimizle. Mükemmel insanlar olmadık hiçbir zaman, ama çok seven anne baba olacağız. Bunu bil.

Ergen olduğunda kıracaksın bizi. Sonra çok pişman olacaksın bebeğim. Ama bil, biz sana hiç kırılmayacağız. Seni hiç anlamadığımızı düşündüğün zamanlar olacak. Ama bil ki biz seni anlamak için bütün çabamızı sarf ediyor olacağız.

Bilmiyorsun ama hayat çok acımasız bebeğim. Hiç doğmadın, belki de hiç doğmayacaksın. Ama eğer bir gün gelirsen o gün bizim en mutlu günümüz olacak. Ve sen hayattaki en büyük başarımız...

20 Ekim 2009 Salı

Oyun


Bu bi oyundu sadece. Kimse kural koymamıştı bu oyuna. Biz de nasıl oynanacağını bilmeden, ne yapacağımızı bilmeden başlamıştık. Evet oynuyorduk. Biliyorduk ikimiz de. Hem üzülüyor hem de tuhaf bir zevk alıyorduk.

Karşı karşıya oturmuştuk. Önce kelimeler çıkmadı ağzımızdan. Ama birbirimizi kolladık hep. Kimin dudaklarına bir kelime yerleşse diğerimiz hemen bir kelime konduruyordu kendi dudağına. Sanki aynı anda konuşmaya başlarmış gibi. Sonra susup gülüyorduk. Hem oyun olduğunu bilerek. Hem de bilmiyormuş gibi mahçup bir tavır takınıp, gülümsüyorduk usulca. Ama izin verdim. Önce sen bişeyler anlattın, ben dinledim. Anlatırken birden unuttun oyunumuzu. Heyecanlandın. Sonra gözgöze geldik. Ben gözlerimi kaçırdım. Sen oyunu hatırladın.

Sonra kocaman odada yer bulamadık bakışlarımıza. Gözlerimiz değmesin diye birbirine sessizce saklambaç oynadık çocuk gözlerimizle. Yine de baceremedik. Yine konuştuk. Kelimelerimiz değdi önce birbirine. Sonra gözlerimiz bir süre. Sonra uzun uzun gülüşlerimiz değdi. Oyunlar saklandı. Sonra dudaklarımız değdi birbirine.

********************
Çok eskiden yazdığım bir yazıyı buldum. Burada da paylaşmak istedim.

25 Eylül 2009 Cuma

Hadi Biraz Dürüst Olalım


Belki de dünyada en meşhur heykellerden biridir düşünen adam. Hep sorulmuştur acaba ne düşünüyor diye. Ben cevap vereyim. Tabi ki kadınları.

Sizce en çok merak edilen sorunun "kadınlar ne ister" olmadı bir tesadüf mü?

Öncelikle bir kadın olarak cevap vereyim. Efendim kadınlar uğurlarına savaşılmasını ister. Bunu çeşitli şekillerde gösterirler. Bazıları için savaş mal mülk demektir. Bazıları için sevgi, ilgi. Ama kadınlar her zaman çaba görmek isterler. Belki de bu yüzden bu kadar anlaşılmazlar.

Evet kadınlar hiçbir zaman bir şeyi doğrudan söylemez. Çünkü onu o açık açık anlatmadan anlamanızı ister. Bu da onu anlamak yolunda verdiğiniz savaştır. Bu yüzden imalara başvururlar. Ama ne büyük bir hata olduğunu asla bilmezler. Ve böylece istediği şeyi açıkça söyleyen kadınları da zor duruma düşürürler.

Siz sürekli acaba ne istiyor diye düşünür durursunuz. Evet siz erkekler. Karşınızdaki kadını anlamaya çalışıyorsunuz değil mi? Boşuna uğraşmayın. Ancak onun size anlattığı kadarını anlarsınız çünkü. Ama çözüm basit. Onun için savaşın. Çünkü bir kadının tek istediği bu. Sizin için önemli olduğunu görmek. Bunu gösterirseniz o zaman size karşı daha açık olacaklardır. Ve anlaşılmaya müsait.

Ben sürpriz sevmiyorum diyorsa bir kadın yalan söylüyordur. Veya sizin düşündüğünüz sürprizleri istemiyordur. Yüzeysel olmayın. Hangi kadın kitabının veya cüzdanının arasına sıkıştırılmış bir nottan, seni seviyorumdan mutlu olmaz ki.

Benimle ilgilenme çok sıkılıyorum diyen kadın. Sözüm sana. O kadar hoşuna gidiyor ki bu ilgi. O yüzden aslında hiçbir oyuna kalkışmıyor, imalarla birşey anlatmaya çalışmıyorsun. Hadi itiraf et.

Evet erkekler. Düşünüp de heykele dönüşmeyin. Kadınlar değer verildiğini görmek ister. Başka hiçbir şey değil. Bu da benden size bir kıyak olsun : )

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Hatırlıyor Musun


Bu bir rüya olmalı.

Hiçbir gerçek bu kadar acıtmamıştı içimi yokluğunda. Hiçbir sensiz gece bu kadar koymamıştı bana. Biliyordum hep sen yanımda yatıyordun her zaman. Her gece bana sarılıyor ve ısıtıyordun. Bu kesinlikle bir rüya olmalı.

İlk ne zaman tutmuştun elimi hatırlıyor musun? Nasıl ürkek, nasıl çekingen. Ama bir o kadar güvenli buluşmuştu ellerimiz. Seni hiç bırakmayacağım dedi tenin tenime değerken. Hep yanındayım...

İlk ne zaman bakmıştın gözlerime hatırlıyor musun? Orada sadece kendini nasıl gördüğünü. O gözlerin seninle parladığını, hatta görmeye başladığını hatırlıyor musun?

Nasıl uzun bir bekleyişti bizimkisi. Nasıl uzun bir hasret, nasıl bitmez bir vuslat. Bu vuslat ömrümüzün sonuna kadar sürecek demiştin, hatırlıyor musun?

Artık gelmeyecek dedi kime ait olduğunu bilmediğim bir ses. Artık o yok dedi. Unut dedi. Oysa birlikteyken nasıl dünyayı unutmuştuk hatırlıyor musun? Nasıl boşvermiştik herşeyi, nasıl karşı durmuştuk engellere. Nasıl aşmıştık hepsini hatırlıyor musun?

Bu bir rüya olmalı. Sensizlik ancak bir rüya.

Biliyorum hepsini hatırlıyorsun. Ellerimin seni nasıl kavradığını, tenimin seni nasıl beklediğini, umudumun yeşerdiğini, vuslatımızın güzelliğini. Hepsini hatırladığını biliyorum. Yolların asla aramıza giremeyeceğini. Her zaman benimle olduğunu, her gece yatarken bana sarıldığını biliyorum. Benimle ısındığını, nefesini paylaştığını.

Sensizlik sadece bir rüya. Bizim için olmayan. Başkalarının gördüğü bir rüya.

Sense benim tüm gerçekliğimsin....

21 Ağustos 2009 Cuma

Fahişe

Bir fahişe sabaha karşı
Çok seksiymişim, öyle diyor
Gülüyoruz yalanına
Karşılıklı, anlayışlı

Dalgakıranlardaki banklarda
Çıkardı ayakkabılarını
Bak, dedi, köprü ışıkları
Siliyorlar yıldızları

Kazıyınca yıldızlarını
Altlarındaki demir paslı
Ateşe vermeli onları ama
Her yerde yangın çıkışları

Sordum, niye sattın diye yoksulluğunu?
dedi, elimdeki sadece oydu

Niye sattın vücudunu?
Daha mı kötü, dedi, satmaktan ruhu?

Herkes, dedi, merak içinde
Ölümden sonra hayat var mı diye
Boşuna düşünürler
Sanki hayat varmış gibi ölümden önce

Sevdim seni bir şekilde
Hüzün var diye belki gözlerinde
Eğer sever gibi sarılırsan da
Bu vücut bedava sana

Aslında derdim; çok gençsin daha
20’yim, dedi, ama ruhum tam 1000 yaşında
Kayalar kesti ayaklarımı
Yine de bir şeyler hissetmek güzel hala
Bu dalgakıranda

Tek başıma bu vücutla fırlatıldım dünyaya
Aşk da basitmiş, pişmanlık da, hayat hoyrat bu zamanda
Şahin kuşa, kuzgun leşe, ben değil bu dünya fahişe

Korkum; çığlık atan adam gibi
Tablodaki, şakağımda ellerim
Hep kaçarken, tek kişilik bir dünyayı
Ben artık nasıl severim?

Anladım, dedim, senin kalbin birinde
Geceyle gündüz, o hep senle
Sarıldı, ağladı saatlerce
O yine işe gitmeden önce

Aslında derdim; çok gençsin daha
20’yim, dedi, ama ruhum tam 1000 yaşında
Jayalar kesti ayaklarımı
Yine de bir şeyler hissetmek güzel hala
Bu dalgakıranda

Tek başıma bu vücutla fırlatıldım dünyaya
Aşk da basitmiş, pişmanlık da, hayat hoyrat bu zamanda
Şahin kuşa, kuzgun leşe, ben değil bu dünya fahişe

14 Ağustos 2009 Cuma

İhanet...

Vurup kapıyı çıkmak geliyor içimden. Bir bilinmeze doğru yol almak. Nereye gittiğimi bilmeden, görüğüm yerleri tanımadan, insanlara selam vermeden, sadece gitmek.

Herkesinki gibi bir gitme isteği işte. Ama daha cesur, korkmadan. Daha önce yapmış olmanın verdiği güvenle. Bırakıp ardımda herşeyi, herkesi, koca bir şehri, sadece gitmek. Sıfıra çok yaklaşıp donmadan ayağa kalkmak. Yeni bir hayat kurmak.

Sanki bu sefer hiç taş olmayacakmış yolumda gibi, hiç tökezlemeyecek, hiç düşmeyecekmişim gibi, bu sefer fazla gelmeyecekmişim hayatlara ve hayata gibi, sadece çekip kapıyı gitmek. Öyle ki uzanan yollarda evimi, vatanımı, kendimi unutup, sadece gitmek. Her zaman zor olanı yapmak yani yine. Sevdiğim herşeyi kendime ihanet eder gibi terk etmek.

En çok kendimi aldattım hayatta. En çok kendimi terk ettim. En çok belki de kendime fazla geldim. Belki de bu yüzden en çok kendime arsızlığım, şımarıklığım. Hiç utanmadan birşeyler beklemem, istemem. Yine en çok kendime kızıp, kendimi terk etmem.

Bir hayalle bastım kendimi dün yatakta. Ahlaksızça sarılmış, çırılçıplak, sarmaş dolaş sevişiyorlardı. Bana bakıp utanmadan güldürler. O kadar keyifliydiler ki. Önce hayali kovdum odadan, evden, hatta bu ülkeden. Sonra kendimi vurdum en zayıf noktamdan en güçlü silahımla. İşte aslında bu kadar acizsin dedim yerdeki cesete bakarken. Bu kadar acizsin. Korkusuzluğun cahilliğinden. Ve artık bir ölüsün. Şimdi hiçbir hayal sarılamaz sana. Artık asla az önceki gibi mutlu olamayacaksın. Hatta leşin öyle kokacak ki hiçbir şey yaklaşamayacak sana.

Ölümün kapatamadığı gözlerime bakarken söylüyor bunları ve bir yandan da gülüyordum. Bir an tereddüt etmeden, gözümü bile kırpmadan vurmuştum bana ihanet ederek bir hayalin kollarına atılan kendimi. Zerre pişmanlık duymuyordum. Hiç üzüntü yoktu içimde. Hatta huzurlu bile sayılabilirdim.

Sonra yine aynı isteği duydum. Kapatıp kapıyı ardımdan kimseyi tanımadığım bir yere gitmek istedim. Katil olduğumu bilmeyen insanlar görmek. Onların bana sevgi dolu bakışlarını görmek. Asla cesetimle karşılaşmayacak insanlara merhaba demek ya da aldırmadan yanlarından geçmek.

Kendimi ahlaksız bir halde buluyorum işte yine. Nereden geldiğini bilmediğim bir hayalle bir olmuşum. O kadar kenetlenmişiz ki birbirimize ayıramıyorlar. Öyle tutkulu sevişiyoruz ki durduramıyorlar. Ve son gördüğüm şey kalbime doğrultulmuş bir namlu...

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Ateş ve Su





Bıkıyorum kendimden bazen. Uzaklaşmak istiyorum. Sıkılıyorum kendimden. Bütün huysuzluklarımdan, huzursuzluklarımdan olabildiğince kaçmak. Aynaya bile bakmak istemiyorum bazen. Gördüğüm yüze tahammülüm olmuyor. Nerede bıktım bu kadar, nerede bıraktım gülen yüzümü hatırlamıyorum.

Bu yüzden sık sık dönüp sana soruyorum. "Bana nasıl dayanıyorsun?" Aldığım cevap hep aynı. Bana tahammül değil mutluluktan bahsediyorsun. Bense söylediklerimi duyduğum, kendimi gördüğüm an durdurulamaz bir koşma isteği duyuyorum.

Her zaman olmuyor bu, biliyorum. Kendi kendime eğlendiğim zamanlar da oldu. Ama şu sıra hiç çekemiyorum kendimi. Ne başkasının yanındaki halimi seviyorum, ne yalnız kalmayı. İşte bu kadar memnuniyetsiz sürdürüyorum hayatımı.

İçimde bir yangın büyüyor bazen. Nerden çıktı, kim çıkardı belli değil. Kalbimi kundaklıyorlar. Ölü sayısı; 1.

Sonra birden uçsuz bucaksız bir su içindeyim. Deniz olamaz bu, okyanus diyorum. Bu huzur ancak ondan olmalı. Bu ses ancak ondan bu kadar güzel duyulmalı. Sonsuz suyun içinde hareketsiz yatıyorum.

Birden alev alıyor bir bina. Özenle yapıldığı çok belli. Kim yaktı, neden yaptı belli değil. Sonra birden su boyumu aşıp doluyor içime. Ben su içinde boğulurken bir bina yanıyor içimde.

Ve sonra öğreniyorum...

Bazen hiçbir su bir ateşi söndürmeye yetmiyor...

2 Ağustos 2009 Pazar

Zaman...


Hep kaçtım zamandan. Çarklar arasında sıkışıp kalmaktan korktum. Ne kolumu ne benliğimi hapsetmedim bir cam parçasına. Başka bir yerde olmalıyım ben. Başka bir zamanda.
Olabildiğince hızlı koştum her seferinde. Nefesim kesilene kadar, başım dönene kadar durmadım. Hatta bayılana kadar. Ancak öyle kaçtım kendimden. Öyle buldum benliğimi başka yerde. Öyle kurtuldum parmaklıklardan. Bir başka düşe uyandım. Çünkü mucize gerekti bize...
Bir kum saatinin her kum tanesi gibi kendimle dolmuş ama kendimle başbaşaydım. Uyuduğum, uyandığım, yattığım, kalktığım hep sahte bir düştü sadece.
Şimdi yine düşmanım zamana geçiyor diye. İstediği kadar hapsedebilir artık beni çarklarına. Zamana hizmet ederken ben, kendi etrafımda döner gibi görünüp, aslında sana dönüşüyorum zamanla. Mucize gerekti, mucizem geldi.
Artık kaçmıyorum zamandan. Mümkün olduğunca fazla çalıyorum hatta. Acemi bir hırsız gibi ceplerime dolduruyorum çaldıklarımı. Dolup taşana kadar içime dolduruyorum senli zamanlarımı.
Artık varsın diye saymıyorum saatleri. Varsın hepsi ele geçirsin beni. Bırakayım kendimi saatin kumları arasına, akıp sana karışayım. Senli her zaman dost bana, sensizlik tek düşman...

23 Temmuz 2009 Perşembe

Ölü Arkadaşım


Sanırım en zoru bu oldu benim için...

Çok şeyden kolayca kaçtım. Sanki olmamış gibi davrandım. Düşünmek istemediğim anda attım aklımdan. Ama sanırım en zoru bu...

Çocuk gibi oyun oynamaya var mısın? Gözlerimizi kapatıp görünmüyormuşuz gibi yapalım. Sonra ce-e. İşte burdayım.

Hadi hep aynı yere saklanıp, birbirimizi bulamıyormuş gibi yapalım.

Sanırım en zoru buymuş. Gözlerimi kapatıp göründüğümü bilmek, aynı yere saklanıp aranmamak..

En zoru seninle konuşmak, olmadığını bile bile...

19 Temmuz 2009 Pazar

Sen Gibi...



Uzun süre sonra sessizliğini bozan bir çocuk gibi çığlık atmak istedim. Sanki dünyayı ilk kez görüyormuş gibi, yüzüme çarpan ışıklardan rahatsız olmuş gibi, karanlığımın bitmesine sevinmiş gibi çığlık atmak ve isyan etmek...
Belki de ilk defa duyduğum ama bana çok tanıdık bir kokuya sarılmak sonra. O koku içinde kaybolup, yeniden aynı kokuda hayat bulmak. Ömrüm boyunca bana yaşadığımı hissettirebilecek tek kalp atışını duymak...
Bir çocuk gibi gülmek istedim sonra. Aklıma hiçbirşey getirmeden, kendimi sadece kahkahaya vererek. Sadece kulaklarımın duyduğu en güzel sesin gülüşünü dinleyip, en güzel yüzün gözlerine bakarak. Doyasıya gülmek istedim...
Konuşmak istedim bugün. Hiç durmadan anlatmak. Neden bahsettiğimi bilmeden, zamana aldırmadan, hiç susmadan konuşmak. Beni dinleyip dinlemediğine bile bakmadan hatta....
Bugün ilk defa koşmak istedim. Nefesim kesilene kadar, ayaklarım acıyana kadar koşmak. Hep çok sevdiğim yerlere hiç bakmadan, durmadan, dinlenmeden, soluklanmadan koşmak. Kendimden kaçmak istedim bugün. Kendimden kaçıp sen olmak....

29 Nisan 2009 Çarşamba

Taşınma Telaşesi

Taşınmanın ne kadar zor bir iş olduğunu bir kez daha anladım. Üstelik yaptığınız bir şehri değiştirmekse daha da zor oluyor. Bir şehri geride bırakırken bir sürü anıyı da bırakıyorsunuz. Biriktirdiğiniz şeyleri tek tek çöpe atıyorsunuz. Bu kadar çok anım olduğunu bilmezdim.
Ve veda safhası. Sanırım en zoru bu. Ne kadar az görüşürseniz görüşün dostlarınızın yakınınızda olduğunu bilmek rahatlatıyormuş insanı. Şimdi kim bilir bir daha ne zaman görürüm sorusuyla veda ediliyor onlara.
Bu sene son kez inek bayramına katılıcam. Ne kadar kötü olursa olsun bana çok güzel geleceğini biliyorum. O taş binanın, çimlerin son kez sesini dinleyerek içicem. Ben bu şehirden ayrılırken şenlikler devam edecek. İnsanlar eğlenirken ben son kez bir yolu, gözlerimi ondan ayırmadan, belki biraz yaşlı, belki biraz umutlu geçiyor olacağım.
Sevmeye direndiğim Ankara'yı onu unutma dileğiyle terk ediyorum artık. Ne zormuş...

23 Nisan 2009 Perşembe

Yepyeni Blog

Efendim görüldüğü üzere blogumun temasını değiştirdim. Oturup bütün gün deli gibi güzel bir tema arayıp bulduğum en şebeğini kendim için seçtim. Ama çok sevdim.
Görüldüğü gibi eskisinden çok farklı. Her zaman için sadelikten yana olan ben genellikle kararsız kaldığımda siyah veya yakın renkler seçerken bu sefer bir başka renk getirdim bloga. Sanırım bu bir yenilenme psikolojisinin getirisi. Artık uzun zamandır planladığım ama bir türlü gerçekleştiremediğim taşınmayı gerçekleştiriyorum.
Okulum vasıtasıyla gittiğim Ankara'da 7. yılımı doldururken bu sayfanın kapanması gerektiği kararını verip yeniden doğduğum şehre dönmenin anlatılamaz ruh hali içerisindeyim. Bir yandan mutlu olacağım bu olay bir yandan da kurduğum bütün düzeni yıkmam demek. Topladığım tüm deneyimi heybeme atıp hayatımı sıfıra indiriyorum. Yeniden başlamak heyecanlı mı sıkıntılı mı olacak henüz bilmiyorum. Ama sanırım onda da eğlenecek bir şey bulacağım.
Mesela odamı kendim boyamayı düşünüyorum. Henüz bir renge karar vermiş değilim. Hatta duvarları 2 farklı renkte yapabilirim. Uzun süreceğini ve beni çok yoracağını biliyorum ama tavanımı gökyüzü gibi de yapabilirim. Mavi üzerine beyaz bulutlar. Karar verdiğimde bunu yazarım elbet. Belki odamın, belki boya yaparkenki halimin fotoğrafını çekip buraya koyabilirim.
Evet efendim baharın gelişiyle değiştirdiğim hayatım, şehrim, blogumla bu temadaki gibi renkli bir hayat diliyorum kendime.

10 Nisan 2009 Cuma

....

Tatlı bir ömür gibi gitmeye niyetlendin
ayrılık atını eğerledin inadına.
Git, yeni ülkeler gör, büyülü diyarlarda gez.
Ama benimle eğleştiğin toprakları da unutma, hatırla emi!

Gittin ey sevgili şimdi yollardasın
Ayın değirmisini başına yastık yapmış uyumaktasın
güzel uykular, renkli düşler seninle olsun
ama bir zamanlar dizimde yattığını da unutma, hatırla emi!