24 Ağustos 2009 Pazartesi

Hatırlıyor Musun


Bu bir rüya olmalı.

Hiçbir gerçek bu kadar acıtmamıştı içimi yokluğunda. Hiçbir sensiz gece bu kadar koymamıştı bana. Biliyordum hep sen yanımda yatıyordun her zaman. Her gece bana sarılıyor ve ısıtıyordun. Bu kesinlikle bir rüya olmalı.

İlk ne zaman tutmuştun elimi hatırlıyor musun? Nasıl ürkek, nasıl çekingen. Ama bir o kadar güvenli buluşmuştu ellerimiz. Seni hiç bırakmayacağım dedi tenin tenime değerken. Hep yanındayım...

İlk ne zaman bakmıştın gözlerime hatırlıyor musun? Orada sadece kendini nasıl gördüğünü. O gözlerin seninle parladığını, hatta görmeye başladığını hatırlıyor musun?

Nasıl uzun bir bekleyişti bizimkisi. Nasıl uzun bir hasret, nasıl bitmez bir vuslat. Bu vuslat ömrümüzün sonuna kadar sürecek demiştin, hatırlıyor musun?

Artık gelmeyecek dedi kime ait olduğunu bilmediğim bir ses. Artık o yok dedi. Unut dedi. Oysa birlikteyken nasıl dünyayı unutmuştuk hatırlıyor musun? Nasıl boşvermiştik herşeyi, nasıl karşı durmuştuk engellere. Nasıl aşmıştık hepsini hatırlıyor musun?

Bu bir rüya olmalı. Sensizlik ancak bir rüya.

Biliyorum hepsini hatırlıyorsun. Ellerimin seni nasıl kavradığını, tenimin seni nasıl beklediğini, umudumun yeşerdiğini, vuslatımızın güzelliğini. Hepsini hatırladığını biliyorum. Yolların asla aramıza giremeyeceğini. Her zaman benimle olduğunu, her gece yatarken bana sarıldığını biliyorum. Benimle ısındığını, nefesini paylaştığını.

Sensizlik sadece bir rüya. Bizim için olmayan. Başkalarının gördüğü bir rüya.

Sense benim tüm gerçekliğimsin....

21 Ağustos 2009 Cuma

Fahişe

Bir fahişe sabaha karşı
Çok seksiymişim, öyle diyor
Gülüyoruz yalanına
Karşılıklı, anlayışlı

Dalgakıranlardaki banklarda
Çıkardı ayakkabılarını
Bak, dedi, köprü ışıkları
Siliyorlar yıldızları

Kazıyınca yıldızlarını
Altlarındaki demir paslı
Ateşe vermeli onları ama
Her yerde yangın çıkışları

Sordum, niye sattın diye yoksulluğunu?
dedi, elimdeki sadece oydu

Niye sattın vücudunu?
Daha mı kötü, dedi, satmaktan ruhu?

Herkes, dedi, merak içinde
Ölümden sonra hayat var mı diye
Boşuna düşünürler
Sanki hayat varmış gibi ölümden önce

Sevdim seni bir şekilde
Hüzün var diye belki gözlerinde
Eğer sever gibi sarılırsan da
Bu vücut bedava sana

Aslında derdim; çok gençsin daha
20’yim, dedi, ama ruhum tam 1000 yaşında
Kayalar kesti ayaklarımı
Yine de bir şeyler hissetmek güzel hala
Bu dalgakıranda

Tek başıma bu vücutla fırlatıldım dünyaya
Aşk da basitmiş, pişmanlık da, hayat hoyrat bu zamanda
Şahin kuşa, kuzgun leşe, ben değil bu dünya fahişe

Korkum; çığlık atan adam gibi
Tablodaki, şakağımda ellerim
Hep kaçarken, tek kişilik bir dünyayı
Ben artık nasıl severim?

Anladım, dedim, senin kalbin birinde
Geceyle gündüz, o hep senle
Sarıldı, ağladı saatlerce
O yine işe gitmeden önce

Aslında derdim; çok gençsin daha
20’yim, dedi, ama ruhum tam 1000 yaşında
Jayalar kesti ayaklarımı
Yine de bir şeyler hissetmek güzel hala
Bu dalgakıranda

Tek başıma bu vücutla fırlatıldım dünyaya
Aşk da basitmiş, pişmanlık da, hayat hoyrat bu zamanda
Şahin kuşa, kuzgun leşe, ben değil bu dünya fahişe

14 Ağustos 2009 Cuma

İhanet...

Vurup kapıyı çıkmak geliyor içimden. Bir bilinmeze doğru yol almak. Nereye gittiğimi bilmeden, görüğüm yerleri tanımadan, insanlara selam vermeden, sadece gitmek.

Herkesinki gibi bir gitme isteği işte. Ama daha cesur, korkmadan. Daha önce yapmış olmanın verdiği güvenle. Bırakıp ardımda herşeyi, herkesi, koca bir şehri, sadece gitmek. Sıfıra çok yaklaşıp donmadan ayağa kalkmak. Yeni bir hayat kurmak.

Sanki bu sefer hiç taş olmayacakmış yolumda gibi, hiç tökezlemeyecek, hiç düşmeyecekmişim gibi, bu sefer fazla gelmeyecekmişim hayatlara ve hayata gibi, sadece çekip kapıyı gitmek. Öyle ki uzanan yollarda evimi, vatanımı, kendimi unutup, sadece gitmek. Her zaman zor olanı yapmak yani yine. Sevdiğim herşeyi kendime ihanet eder gibi terk etmek.

En çok kendimi aldattım hayatta. En çok kendimi terk ettim. En çok belki de kendime fazla geldim. Belki de bu yüzden en çok kendime arsızlığım, şımarıklığım. Hiç utanmadan birşeyler beklemem, istemem. Yine en çok kendime kızıp, kendimi terk etmem.

Bir hayalle bastım kendimi dün yatakta. Ahlaksızça sarılmış, çırılçıplak, sarmaş dolaş sevişiyorlardı. Bana bakıp utanmadan güldürler. O kadar keyifliydiler ki. Önce hayali kovdum odadan, evden, hatta bu ülkeden. Sonra kendimi vurdum en zayıf noktamdan en güçlü silahımla. İşte aslında bu kadar acizsin dedim yerdeki cesete bakarken. Bu kadar acizsin. Korkusuzluğun cahilliğinden. Ve artık bir ölüsün. Şimdi hiçbir hayal sarılamaz sana. Artık asla az önceki gibi mutlu olamayacaksın. Hatta leşin öyle kokacak ki hiçbir şey yaklaşamayacak sana.

Ölümün kapatamadığı gözlerime bakarken söylüyor bunları ve bir yandan da gülüyordum. Bir an tereddüt etmeden, gözümü bile kırpmadan vurmuştum bana ihanet ederek bir hayalin kollarına atılan kendimi. Zerre pişmanlık duymuyordum. Hiç üzüntü yoktu içimde. Hatta huzurlu bile sayılabilirdim.

Sonra yine aynı isteği duydum. Kapatıp kapıyı ardımdan kimseyi tanımadığım bir yere gitmek istedim. Katil olduğumu bilmeyen insanlar görmek. Onların bana sevgi dolu bakışlarını görmek. Asla cesetimle karşılaşmayacak insanlara merhaba demek ya da aldırmadan yanlarından geçmek.

Kendimi ahlaksız bir halde buluyorum işte yine. Nereden geldiğini bilmediğim bir hayalle bir olmuşum. O kadar kenetlenmişiz ki birbirimize ayıramıyorlar. Öyle tutkulu sevişiyoruz ki durduramıyorlar. Ve son gördüğüm şey kalbime doğrultulmuş bir namlu...

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Ateş ve Su





Bıkıyorum kendimden bazen. Uzaklaşmak istiyorum. Sıkılıyorum kendimden. Bütün huysuzluklarımdan, huzursuzluklarımdan olabildiğince kaçmak. Aynaya bile bakmak istemiyorum bazen. Gördüğüm yüze tahammülüm olmuyor. Nerede bıktım bu kadar, nerede bıraktım gülen yüzümü hatırlamıyorum.

Bu yüzden sık sık dönüp sana soruyorum. "Bana nasıl dayanıyorsun?" Aldığım cevap hep aynı. Bana tahammül değil mutluluktan bahsediyorsun. Bense söylediklerimi duyduğum, kendimi gördüğüm an durdurulamaz bir koşma isteği duyuyorum.

Her zaman olmuyor bu, biliyorum. Kendi kendime eğlendiğim zamanlar da oldu. Ama şu sıra hiç çekemiyorum kendimi. Ne başkasının yanındaki halimi seviyorum, ne yalnız kalmayı. İşte bu kadar memnuniyetsiz sürdürüyorum hayatımı.

İçimde bir yangın büyüyor bazen. Nerden çıktı, kim çıkardı belli değil. Kalbimi kundaklıyorlar. Ölü sayısı; 1.

Sonra birden uçsuz bucaksız bir su içindeyim. Deniz olamaz bu, okyanus diyorum. Bu huzur ancak ondan olmalı. Bu ses ancak ondan bu kadar güzel duyulmalı. Sonsuz suyun içinde hareketsiz yatıyorum.

Birden alev alıyor bir bina. Özenle yapıldığı çok belli. Kim yaktı, neden yaptı belli değil. Sonra birden su boyumu aşıp doluyor içime. Ben su içinde boğulurken bir bina yanıyor içimde.

Ve sonra öğreniyorum...

Bazen hiçbir su bir ateşi söndürmeye yetmiyor...

2 Ağustos 2009 Pazar

Zaman...


Hep kaçtım zamandan. Çarklar arasında sıkışıp kalmaktan korktum. Ne kolumu ne benliğimi hapsetmedim bir cam parçasına. Başka bir yerde olmalıyım ben. Başka bir zamanda.
Olabildiğince hızlı koştum her seferinde. Nefesim kesilene kadar, başım dönene kadar durmadım. Hatta bayılana kadar. Ancak öyle kaçtım kendimden. Öyle buldum benliğimi başka yerde. Öyle kurtuldum parmaklıklardan. Bir başka düşe uyandım. Çünkü mucize gerekti bize...
Bir kum saatinin her kum tanesi gibi kendimle dolmuş ama kendimle başbaşaydım. Uyuduğum, uyandığım, yattığım, kalktığım hep sahte bir düştü sadece.
Şimdi yine düşmanım zamana geçiyor diye. İstediği kadar hapsedebilir artık beni çarklarına. Zamana hizmet ederken ben, kendi etrafımda döner gibi görünüp, aslında sana dönüşüyorum zamanla. Mucize gerekti, mucizem geldi.
Artık kaçmıyorum zamandan. Mümkün olduğunca fazla çalıyorum hatta. Acemi bir hırsız gibi ceplerime dolduruyorum çaldıklarımı. Dolup taşana kadar içime dolduruyorum senli zamanlarımı.
Artık varsın diye saymıyorum saatleri. Varsın hepsi ele geçirsin beni. Bırakayım kendimi saatin kumları arasına, akıp sana karışayım. Senli her zaman dost bana, sensizlik tek düşman...